29 Aralık 2011 Perşembe

Yeni Yıl, Noel, Krismıs dedikleri nane...

Öncelikle Hristiyan aleminin noelini tebrik ediyorum.

Sonrasında ise noel kutlayan cahil, özenti, aşağılık kompleksli Müslümanları şiddetle kınayarak yazıma başlıyorum


Yeni yıldan sağlık, mutluluk, aşk, para, kariyer, elbise, çanta, pırtantalı yüzük haa bir de evi temizlemesini, yemek yapmasını falan bekliyoruumm.... Bu ne ya?

Yeni yıl bir canlı mı? İnsan gibi bir şey mi? Eğer ki insan, hayvan tarzı bir canlıysa bu dilediklerinizi gerçekleştirmeye nasıl gücü yetecek? Bu isteklerinizi ancak “Tanrı” diye tanımlanan varlık gerçekleştirebileceğine göre yeni yıl Tanrı mı? Tövbe haşa! İnsanı böyle konuştururyorlar…

Öyleyse eveleyip gevelenmeden açıkça söyleyin:

Madem ki bir Yaratıcı’ya inanıyorsunuz, öyleyse deyin ki:

“Yeni yılda Allah’tan ( veya Tanrı’dan nasıl bir tanrı anlayışınız varsa artık) şunların şunların olmasını niyaz ediyorum."

Yok ben öyle demem diyorsanız, aynen şu konuma düşüyorsunuz benim gözümde:
“ Ben ateistim, tanrı tanımam arkadaş, rastlantılara inanırım, her yeni yılda bir düzine şey isterim ama hala fakir, bekar ve mutsuzum… Ama yine de yeni yıldan para, iş, aş istiyorum, ya tutarsa…”


Yılbaşı teranesi hakkında çook yazarım da gerek görmüyorum...

Bir kaç da hadisle son noktayı koyalım.

Bu hadisler kalbi temiz, dedesi hacı, Yılbaşını kırmızı iç çamaşırı ile karşılayacak Müslüman kardeşlerimize gelsin:

''Bizden başkasına benzeyen bizden değildir.Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin.'' (Tirmizi)

''Bıyıkları kesin, sakalları bırakın, Yahudilere muhalefet edin. (Ali el- Mütteki, Kenzu'l Ummal)

''Müşriklere muhalefet edin,sakalları uzatın, bıyıkları kesin.'' (Buhari) ( Amaç onlara benzememek!)

''Kim bir kavme benzerse o da onlardandır.'' (Ebu Davud)

''Yahudi ve Hristiyanların selam verdiği gibi selam vermeyin.'' (Ramuzu'l-Ehadis)

NOT: Bir de "yeniyıl ruhu" var, ona hiç girmiyorum!

27 Aralık 2011 Salı

Elimdeki Dergiler


Dört dergi var şu an salonumuzda aktif durumda olan... Oğlumun saldırısına uğrayan, arada dağınıklıkları sebebiyle benim cinlerimi tepeme çıkaran...

1- Birine abone oldum ve memnunum MORAL DÜNYASI. Aile, çocuk eğitimi, din ağırlıklı bir dergi.



2- CAFCAF ne yazık ki üç ayda bir çıkıyor… Onun için bir anda okuyup bitirmiyorum, zamana yayıyorum. Üç ay boyunca hep salonda masanın üzerinde duruyor. Malum 3 ay olunca sure, okuduğum şeyleri unutuyorum çoğu kez, bir daha okuyup bir daha gülüyorum bu süreçte.



3- EVİM dergileri çok dünyalık, çok fuzûli biliyorum ama o da benim hobim! Dinlenme zamanımda, stress atmak istediğimde ayrıntılı ayrıntılı inceliyorum. Ben bir kaç sayı aldım. Genelde arkadaşımdan ödünç alıyorum.



4- Şu meşhur ÂLÂ dergisini sonunda ben de gördüm! Ücretsiz 2 sayı yolluyorlardı internetten başvurdum, geldi. ( Ala dergisi hakkında olumlu ve olumsuz eleştirilerime ayrı bir yazıda değinmek istiyorum. )



Emzirme kitabım var bir de :) . Karnı doyan oğlum, keyif yapmayı çok seviyor uzuun uzuuun. Tabi o anlar bana zaman kaybı gibi geliyor. Okuduğum kitaplardan birin yazıları büyük puntolu olduğu için emzirirken rahat okuyorum. 280 sayfalık kitabı uzun bir emzirme süreci sonunda bitirmiş bulunuyorum :) . Tabi oğlum kitabı tutmaya çalışıyor, her sayfa çevirdiğim de dönüp bakıyor vb. O şartlar da zor da olsa bitti!

23 Aralık 2011 Cuma

Ne Okuyorum?

Kitap okumayı severim. Arada abartılı şekilde okurum arada ise elimi sürmem! Şu aralar kitapla aram fena değil.

Ortaokul yıllarından bu yana okuduğum kitaplarda seçici davranırım. Her kitap yararlı eğildir, her kitabı okumak iyi değildir zannımca. Okuduğun kitaba oldukça zaman veriyorsun ve aynı zmanda tüm dikkatini, düşünceni, hayal gücünü onun üzerinde yoğunlaştırıyorsun. Bunlar bir insanın en önemli hazineleri! Bunları rastgele şeyler üzrine harcayamayacak kadar değerli görüyorum kendimi, öncelikle kul olarak… Bir de Allah’ın huzurunda hesap verme işi var, abuk subuk bir kitapla harcadığım saatlerin hesabını nasıl vercereğim Rabbime?

Bunların yanısıra her okuduğumuz beynimizde yer ediyor, bilinçaltımıza yerleşiyor. Niçin yanlış düşüncelerle beynimi bulandırayım, kirleteyim?

Okuduğum kitap bana dünyalık veya ahiretlik birşeyler katmalı, yoksa boşa kürek çekmektir hatta boşa da değil DİBE DOĞRU KÜREK ÇEKMEKTİR!

Aynı anda 2- 3 kitap okuyan, arada onların arasında bunalan biriyim. Mesela şu an okuduğu kitapların biri “eleştirel, dinî, mizahî” bir diğere “ psikolojik, bilimsel” diğeri “ geleneksel, dinî” yani üçünün de formatı ayrı. İşte o kitaplar:


Şiddetle tavsiye ederim!


Tavsiye ederim!


Tavsiye etmem.


O an psikolojim hangisine uygunsa onu okuyorum.

Bir de okuduğum kitaplardan not almaya başladım. ( Umarım devamı gelir! ) Nevzat Tarhan’ın kitabını özetliyorum şu an.


Bu kadar mı HAYIR! Bir de dört dergi var şu an elimde :).

Onları da ayrı gönderi yapayım bari...

( Aynı anda farklı şeyler okumak elbette konsantrasyon açısından çok iyi değil. Ama bazen birinden bunalıyorum 1-2 hafta elime almıyorum. E o sırada boş mu durayım? Boş durmaktansa başka başka kitaplar, dergiler…)

20 Aralık 2011 Salı

Ürünlerin raf ömrü uzadıkça, bizim raf ömrümüz kısalıyor!



Uzun Ömürlü sütler, yoğurtlar başımızın belası! Bu konuda eşim de ben de çok dikkatli davranıyoruz. Evime bu ürünlerin girdiği sayılıdır.

Normalde süt 3-4 günde bozulur, bozulması GEREKİR. İşin doğası bu! Bunu yıllardır savunuyorum. Sonunda şükür doktorlar çıkıp bunu TVde haykırmış! Ama bu iş çok büyük bir sektör adamlar tehdit bile edilebilirler bence! Ama bunu ben deyince kimse takmıyor, işin ehlinin yani DOKTORların bunu açıklması lazım. zaten görevleri bu değil mi? Hipokrata boşa mı yemin ettiler?

Doktor diyor ki: " Ürünlerin raf ömrü uzadıkça, bizim raf ömrümüz kısalıyor!"

Doktorların açıklamasını izlemek için tıklayın!

Süt dediğin oda sıcaklığında 3-4 saat dursa bozulur!
Ama bu uzun ömürlüler markette dolapta durmuyor, aylarca oda sıcaklığında bozulmuyor.
E öyleyse basit bir mantıkla diyebiliriz ki BUNLAR SÜT DEĞİL! Ne o zaman?

Ama sadece sütle yoğurtla bitmiyor ki? Her tarafımız sarılmış, kuşatılmış durumda! Birinden kaçsak öbürüne yakalanıyoruz. Veya ben evimde dikkat etsem bile dışarıda yemek yediğimiz oluyor, misafirliğe gittiğimiz oluyor...

Meyva sebze yiyelim diyorsun, o da hormonlu, ilaçlı... Bal diyorsun şekerli , glikoz şuruplu... Tavuk eti zaten plastikle eş değer...




Annemin de babamın da köyü yok ne yazık ki... Evlendiğimde eşimin köyüne gittiğimde 25 yaşlarında İLK KEZ YUMURTANIN TADINA VARDIM! O nasıl canlı bir sarı, o nasıl bir lezzet? Her gittiğimde abanıyorum şimdi yumurtaya... Hatta kartın kutuyu samanla doldurup tee altı saatlik yoldan eve de getiriyoruz... Tavuklar da darıyla, çer çöple besleniyor, tüm gün özgür özgür dolanıyor!

Ne yapmalı, neresinden tutmalı bu işin bilemedim!

Allah'ın yarattığı dengelerle, fıtratımızla, sünnetullahla oynanıyor! Sağlığın yanı sıra dinî bir sorumluluğu da var bu olayın!

Bize emanet bu bedeni korumak da bizim için dinî bir vecibedir. Hele de bize emanet evlatlarımızın körpecik bedenlerini... Allah yardımcımız olsun...

10 Aralık 2011 Cumartesi

Bir Program, Bir kitap



Bu gün BURÇ FM’de İmza Günü adlı programda Rahmetli Prof. Dr. İbrahim Canan hocanın son kitabı hakkında konuşuluyordu. Kitabın editörünün şu tespiti çok hoşuma gitti. Benim gibi kadına karşı pozitif ayrımcılığı savunan ( feminizmi demiyorum, dikkatinizi çekerim, feminizme karşıyım çünkü, o da ayrı bir yazı konusu) birinin hayatında sıkça yer vereceği bir tespit oldu bu.

"Yaklaşık şunun gibi bir şeyler söyledi:

İslam tarihinde bize örnek hanım, eş olarak sunulabilecek üç kadın vardır. Hz. Hatice, Hz. Ayşe, Hz. Fatma. Yani bir Müslüman erkek bunların birini tercih etmelidir.

1- Hz. Hatice, zengin ve soylu bir kadındır. Şimdiki zengin iş kadınları gibidir. Hayatında asla çamaşır, bulaşık yıkamamıştır. Hep hizmetçileri olmuştur.

2- Hz. Ayşe, ilim sahibi akıllı, zeki bir kadındır. Şimdiki üniversite mezunu kadın gibidir.

3- Hz. Fatma, ev hanımıdır. Günümüzdeki fazla eğitim görmemiş, ev işlerinde mahir kadınlar onun yerindedir.

Eğer ki Hz. Ayşe gibi biriyle evlenmeyi tercih ediyorsanız, ondan Hz. Fatma gibi yemek yapmasını bekleyemezsiniz!"


Evet işte böyle! Daha da güzeli bunları bir erkeğin dilinden duymaktı :)

Ben bunları zaten biliyordum ama buradaki şu tespit hoşuma gitti: Bir Müslüman bu üçünden birini seçmeli ve ondan sadece kendi kapasitesinde özellikler beklemeli!

Bilindiği üzere Hz. Fatma, hep bize örnek gösterilen kadındır... Nedense artık ! ? ! % &

Ama benim favorim hep Hz. Ayşe olmuştur. Akıllı, zeki, espirili, ilim ehli ,hakkını savunan, sözünü esirgemeyen, Müslüman kadının haklarını müdafa eden... Bundandır ki kızım olursa adını AYŞE koymayı çok istiyorum.


“Ve adamcağız dedi ki ben klasik Anadolu ailesinde büyüdüm yani babamın anneme hiç iltifat ettiğini duymadım ve erkekliği, babalığı böyle öğrendim. 30 yaşında evlendim. Ama sonra Hz. Peygamber’in hayatını okuyunca onun hanımlarına ne kadar naif, kibar davrandığını öğrendim. Ve ben de hanımıma öyle davranmaya çalışıyorum. “


İşte bu da bize İslam’ın ve Sünnetin gücünü gösteriyor! Bilinçli Müslüman böyle olmalı! Anadan babadan gördüğünü bir kenara atıp Peygamberinden gördüğüne sarılmalı. Peygamberimizin şefaati ancak böyle elde edilir. ŞEFAAT YA RASULALLAH! Diye ağlaşmakla değil!


NOT: Bir de kitap çekilişi için mail gönderdim radyoya :). Bu kitabı mutlaka edinmeliyim. Ya çekilişle ya da kendim alarak!

1 Aralık 2011 Perşembe

Geç Kalmış Bir Haber


Ben ortaokuldaydım 28 Şubat olduğunda. Puan kırılacağını bile bile ailemin desteğiyle ve başörtüsünü açmama adına lisede de İmam Hatip’e devam eden ÇOK AZ KİŞİ arasındaydım…

Lise 1 de başladım ÖSS’ye çalışmaya. Bizim zamanımızda ÖSS vardı… İlkokuldayken biliyordum ÜNİVERSİTE okuyacağımı, ama hiç bilemezdim BENİM ÜNİVERSİTE OKUMAMAM için ellerinden gelen her şeyi yapacak kadar kötü insanların var olduğunu. Yaşayarak öğrendim…

Zaten puan kırılıyordu, Türkiye derecesi bile yapsan ALAN DIŞI yani İLAHİYAT dışı bir yere girmen imkansız gibiydi. 0.01 puan bile çok önemliyken bizim 20-30 puanımız kırılıyordu…

Lisedeyken zaman zaman “KATSAYI PROBLEMİ ortadan kalkacakmış” diye bir dedikodu yayılıyordu, hayaller kuruyorduk, o azimle 1-2 hafta iyi ders çalışıyorduk. Nerden geldiği belli olmayan bu sözün aslının astarının olmadığını anlıyorduk bir süre sonra ve yine ÇÖKÜŞ….. İnsanın ne test kitabı göresi geliyordu ne dersaneye gidesi…. Göz göre göre haksızlık yapılan bir yarış için ben niye uğraşıyorum ki?????

Kah öyle kah böyle derken ÖSS’ye girdim, ilk girişimde iyi sayılabilecek bir puanla ALAN İÇİ yerleştim…… Yüksek lisans yaptım, şimdi de doktoradayım…..İşimden çok memnunum, Rabbime binlerce şükürler olsun, maddî ve manevî olarak güzel bir meslek sahibiyim….

Ama……

Hep bir şeyler eksik gibi….. Eğer ben bu okula kendi özgür irademle gelseydim çok daha farklı hissederdim elbette.

Hep bir mecburiyet, hep zorlama, hep bir içe sinmeme durumu…….

Bu sabah radyoda duydum, katsayı sorunu kalkmış…….. “ÇOK ŞÜKÜR” dedim ilk duyduğumda, binlerce şükür.. Ama doyasıya sevinemedim. BURUK SEVİNÇ denilen bu olsa gerek… Bunu da bu gün öğrendim yaşayarak….

ÇOK GEÇ KALMIŞ BİR HABER bu benim için… Hem de çok!

( Lise arkadaşım Zülfiye ile ( ve diğerleriyle) çok bekledik bu haberi... Keşke şimdi onu arayıp müjdeyi versem... Ama ne değişir ki??? İkimizde üniversiteyi bitirdik, iş güç sahibi olduk, evlendik, çoluk çocuğa karıştık... Dyorum ya GEÇ KALMIŞ HABER diye...)

Ben lisede 3 sene boyunca bekledim bu haberi ama olmadı işte…

Hatta bu bekleme lise ile sınırlı kalmadı, üniversite de dahi devam etti… Üniversiteye başladık yine ortalıkta bir söylenti “katsayı sorunu çözülecekmiş”, üniversite okumasına rağmen tekrar sınava girenler mi arasın, amfilerde üniversite hazırlık testleri çözenler mi, benim gibi dersanelere gidip kayıt olmaya kalkanlar mı? Dikkatli okuyun bunları yapanların hepsi ANKARA ÜNİVERSİTESİ öğrencisiydi. Ama içlerine sinmemişti işte okudukları okul bir türlü…

Üniversite 1-2-3 derken baktık bu haberlerin de aslı astarı çıkmadı…

Kısaca, biz bir nesil kaynadık arada…


Elbette bu KADERdir, takdir-i İlâhîdir ve biz RABB’den gelene razıyız. Hayırlısı buymuş deyip teselli ederiz kendimizi. Zaten bu anlayış sayesinde ANARŞİST olmadı İHLliler. Bu kader anlayışı olmasa, bu kadar zorbalığın neticesi anarşizimdir! Ama Allah korkusu bağladı elimizi kolumu. Hiçbir İHL öğrencisi devletine, polisine en ufak bir zararda bulunmadı çok şükür!

Tamam bunlar kaderdir, razıyızdır da…. Bunlar aynı zamanda ZULÜMdür, ADALETSİZLİKtir, KUL HAKKI YEMEKtir, insanların HAYATLARIYLA OYNAMAKtır!

( İHL lerin önünü kesmek adına tüm MESLEK LİSELERİne yapıldı bu zulüm, onlara da yazık oldu, bu ülkenin gençliğine oldu olan...)

İlerde tarih kitaplarına geçecek bunlar, Türkiye’nin anti demokratik ayıpları olarak! 13 yıl boyunca süren bir zulüm….

Bu konuda söyleyecek sözüm, yazacak o kadar çok şeyim var ki… Ama yazmaya takatim yok! Hatırlamak istemiyorum… Ama yazmak da istiyorum. Bu da ilk yazım oldu yıllar sonra. İnşallah yazabilirim psikolojim elverirse…



Arkadaşlarla beraber bir eylemden... Üniversite yılları...